Türkiye Kendi Oyununu Kuruyor

Son zamanlarda dikkat ediyorum…
Devlet, artık sessiz ama kararlı bir çizgide ilerliyor.
Ne fazla konuşuyor, ne de geri adım atıyor.
Bir şeyler yapıyor ağırdan, temkinli, ama emin adımlarla.

Bakın…
Yeni bir haber: 44 savaş uçağı alınacak.
Bunların 20 tanesi İngiltere’den.
Kalanlar için de çeşitli ülkelerle görüşmeler sürüyor.

“Ne var bunda?” diyebilirsiniz.
Ama mesele sadece uçak değil.
Mesele, oyunun kurallarını değiştirmek.

Yıllarca bize hep “ya almazsanız, ambargo gelirse, parçayı vermezsek ne yaparsınız” dendi.


Ve şimdi…

Türkiye bu tabloyu tersine çevirmek istiyor.

Eskiden, bir parça bile gelmediğinde sistem dururdu.
Bir vidanın eksikliği, bir uçağı hangarda çürütürdü.
Ama bugün öyle değil.

Tedarik zinciri çeşitleniyor.
Sadece uçak değil, bakım altyapısı, yedek parça ağı, radar sistemleri, eğitim tesisleri, hepsi birlikte geliyor.
Savunma Sanayii Başkanlığı, yerli üretimi büyütürken dış alımı da akıllıca çeşitlendiriyor.

Bir yandan İngiltere’den Eurofighter Typhoon’lar geliyor,
diğer yandan TAI KAAN gökyüzüne hazırlanıyor.
Yani Türkiye bir taraftan hazır gücü satın alıyor,
diğer taraftan kendi gücünü inşa ediyor.

Bu, aslında yeni bir dönem.
Bir bağımlılıktan kurtulma dönemi.
Bir “her şeye rağmen ayakta kalma” stratejisi.

Ve işte bu stratejinin dünyadaki yankısı da büyük.
İngiliz hükümetinin resmi internet sitesinde bu anlaşma için şu ifade kullanıldı.

Bir neslin en büyük savaş uçağı ihracat anlaşması.

Bu cümle boşuna değil.
Bu, Türkiye’nin artık alıcı değil, oyuncu olarak masada oturduğunun kanıtı.

Anlaşma, başta Yunanistan ve İsrail olmak üzere dünya basınında geniş yankı uyandırdı.
İngiliz kamu yayıncısı BBC, anlaşmayı manşetten verdi.

Türkiye ile 8 milyar sterlinlik Typhoon savaş uçağı anlaşması imzalandı.

BBC haberinde, Londra hükümetinin bu anlaşmayı son 20 yılda yapılan en büyük savaş uçağı anlaşması olarak nitelendirdiği vurgulandı.
Yani mesele sadece bir satış değil;
bir dönemin yeniden tanımlanması.

Kimi zaman “neden sessizler?” diye soruluyor.
Sessizlik bazen güçtür.
Devlet bu dönemde bağırmadan, slogan atmadan işini yapıyor.
Sessiz ama derin.
Yavaş ama planlı.

Diplomasi masasında İngiltere’yle, Almanya’yla, İspanya’yla,
sanayi masasında ASELSAN’la, TUSAŞ’la, ROKETSAN’la yürüyen bir yapı var artık.
Bir yandan ithalat, diğer yandan ihracat.
Bir yandan teknoloji transferi, diğer yandan yerli tasarım.
Bu çok yönlülük, ambargolara karşı en güçlü zırh.

Benim dikkatimi çeken başka bir şey daha var,
Artık Türkiye “neye ihtiyacım var?” sorusunu dışarıya sormuyor.
Cevabı kendi veriyor.
İhtiyacı neyse, onu tedarik ediyor.
Ve bunu yaparken başkasının iznine, onayına bakmıyor.

Bu, sadece askeri değil, politik bir güç gösterisi.
Kendi kararını kendi verebilen bir ülke olma meselesi.
Bence esas dönüm noktası da burada.

Bazı adımlar vardır, bugün alınır ama asıl etkisi yarın çıkar ortaya.
Bu da öyle bir adım.
Bugün uçaklar geliyor,
yarın o uçakların sistemleri, bakım altyapıları,
sonra belki yerli motorları,
sonra belki tamamen milli üretimleri.

Velhasıl…

 Türkiye, sadece uçak almıyor;
geleceğini satın alıyor.

Evet, devlet sessiz.
Ama bu sessizlikte bir kararlılık var.
Bir vizyon.
Bir hazırlık.

Şunu net söyleyebilirim:
Türkiye artık başkasının oyununa dahil olmuyor.
Kendi oyununu kuruyor.

Ve bu oyunda herkes, ister istemez,
Türkiye’nin hamlelerini bekliyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu