Diline, Kimliğine, Kültürüne Sahip Çık Türkiye!

Yabancı Hayranlığına Dur Diyelim!
Diline, kültürüne ve özüne sahip çıkmayan milletler, başkalarının gölgesinde kaybolur.
Bugün uzun zamandır içimde biriken, beni derinden rahatsız eden bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Türkiye’de özellikle son yıllarda iş yerlerine, şirketlere, hatta apartman ve sitelere yabancı isimlerin verilmesi artık neredeyse bir moda haline geldi.
Açıkçası bu durumu anlamakta güçlük çekiyorum ve doğrusu içime sindiremiyorum.
Nedir bu yabancı hayranlığımız?
Neden kendi dilimize, kendi kültürümüze bu kadar yabancılaştık?
Bir zamanlar Türkçe tabelaların süslediği caddelerimizde artık “fashion”, “beauty”, “corner”, “life”, “residence” gibi yabancı kelimelerden geçilmiyor.
İstanbul’un merkezinde gezerken bazen kendi ülkemde değilmişim gibi hissediyorum.
Sanki bir Avrupa şehrindeymişiz de, Türkçe burada misafir olmuş gibi.
Oysa biz, kültürünü binlerce yıldır koruyabilmiş köklü bir milletiz.
Dünyada bu kadar güçlü bir dile sahip olup da onu böylesine hor gören, başka dillerin gölgesine sığınan başka bir millet var mı?
Artık yerli ve milli olmanın vaktidir.
Bu yabancı özentiliğinden vazgeçmeliyiz.
İş yerlerimize, markalarımıza Türkçe isimler vermek bize ne kaybettirir?
Tam aksine, kimliğimizi, kültürümüzü, dilimizi yaşatır.
Yabancı isimlerle kendimizi parlatmaya çalışırken aslında başkalarının markalarını parlatıyoruz.
Hatta bazı işletmelerin, yabancı markaların isim haklarına para ödediğini duyuyoruz.
Yazık değil mi? Kendi öz değerlerimizi hiçe sayıp yabancıların kimliğini taşıyoruz adeta.
Daha da ilginci, artık sadece dükkan tabelalarında değil, yeni yapılan apartmanlarda, rezidanslarda, sitelerde bile yabancı isim furyası aldı başını gidiyor.
“Dream Park”, “Blue Hill”, “Sky Residence” gibi isimleri görünce insan düşünmeden edemiyor:
Bu tercihlerin ardında bir bilinçsizlik mi var, yoksa başka bir niyet mi?
Çünkü tarih bize defalarca göstermiştir:
Kültürel yabancılaşma, milletlerin kimliğini sessizce aşındıran en tehlikeli süreçtir.
Avrupa’da yaşayan bizler, Türk toplumu olarak bu konuda çok daha hassasız.
İsviçre’de, Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da açtığımız iş yerlerinde özellikle Türkçe isimleri tercih ediyoruz.
Marketimize “İstanbul”, “Erzincan”, “Marmaris”, “Hünkar”, “Gurbet” diyoruz.
Spor kulüplerimizin adını bile Türk takımlarından ilham alarak koyuyoruz: “Galatasaray”, “Fenerbahçe”, “Gençlerbirliği”, “Türk Gücü” gibi…
Çünkü biliyoruz ki, bizim kullandığımız her Türkçe tabela, her Türk ismi, orada bir Türk varlığının nişanesidir.
Amacımız hem ülkemizin tanıtımını yapmak hem de Türk markalarını Avrupalılara duyurarak ekonomimize katkı sunmaktır.
Gelişen ve değişen dünya düzeninde söz sahibi olabilmemiz, kendi markalarımızı yaratmaktan geçer.
Bugün Türk kahvemiz “coffee” olmuş, lokantamız “restaurant” olmuş,
tavuğumuz “chicken”, makarnamız “pasta” olmuş.
Kültürel mirasımızın simgeleri bile yabancı kelimelerin gölgesine sığınmış durumda.
Hâlbuki bizim her bir yemeğimizin, her bir kelimemizin kökü tarih kadar derin, anlamı kadar değerlidir.
Bir diğer üzücü tablo ise gençlerimizde görülüyor.
Türkçe konuşurken araya yabancı kelimeler sıkıştırmayı bir övünç vesilesi sayıyorlar.
Yabancı kelime kullanmayan, kendi dilini sade ve düzgün konuşan gençler ise “geri kalmış” olarak görülüyor.
Lokantalarda çalışan genç kardeşlerimizin “double mı olsun, small mu?” diye sormaları artık sıradanlaştı.
Oysa bizde bunun adı büyüktür, küçüktür.
Neden utanıyoruz kendi kelimelerimizden?
Ve işin en üzücü tarafı…
Artık sadece tabelalar değil, çocuklarımızın isimleri bile yabancılaştı.
Yeni doğan bebeklere verilen isimlere bakıyorum; sanki bir yabancı ülkenin nüfus listesi gibi.
Ne oldu bizim Ayşe’mize, Fatma’mıza, Hatice’mize, Şükran’ımıza, Ömer’imize, Osman’ımıza, Salih’imize, Samet’imize, Semih’imize?
O güzelim, anlam yüklü Türk isimleri neden terk edildi?
İsim, bir kimliğin ilk işaretidir.
Bir çocuğa verilen isim, onun diline, inancına, kültürüne bağlılığın ilk nişanesidir.
Eğer isimlerimiz bile yabancılaştıysa, kültürel erozyon çoktan kapımızı çalmış demektir.
Artık özümüze dönme zamanı gelmiştir.
Kendimizi başkalarına benzetmeye çalışmaktan vazgeçmeliyiz.
Çünkü bizi biz yapan, bu toprakların dili, kültürü, inancı ve tarihidir.
Türklüğümüz, Türkçemiz, inancımız ve insanlığımız;
hepsi bizim geçmişten gelen kutsal bir mirasımızdır.
Bu mirası korumak hepimizin görevidir.
Gelin, tabelalarımızdan başlayalım…
Yabancı isimleri bir kenara bırakalım, Türkçe’nin güzelliğini yeniden caddelerimize, iş yerlerimize, çocuklarımızın isimlerine, hayatımıza taşıyalım.
Unutmayalım:
Bir milletin dili, onun kimliğidir.
Diline sahip çıkan, kimliğine sahip çıkar.
Suat ŞAHİN
İsviçre Türk Toplumu Genel Başkanı



