Yabancı İsimlerle İmtihanımız

Bir sokağa giriyorsunuz.
Tabelalar kol kola, Residence, Plaza, Mall, Tower…
Türkçe nerede?
Bir kenarda, köşede, utangaç bir şekilde.
“Ne var canım, isim işte” diyenler çıkacaktır.
İsim, kimliktir.
Cebinizdeki nüfus cüzdanı nasıl sizi tanıtıyorsa, şehrin tabelası da o mahallenin ruhunu anlatır.
Son yıllarda bir tuhaf heves aldı başını gidiyor.
Kafeler, kuaförler, apartmanlar, siteler…
Sanki her köşe başında küçük bir “yabancılaşma ofisi” açılmış gibi.
Bir zamanlar Türkçe kelimeler şehri süslerdi.
Şimdi Türkçe sanki kiracı gibi.
Ev sahibi başka.
Şimdi diyeceksiniz ki,
“Dünya küresel oldu, karıştık gitti.”
Güzel.
Küresel olalım, dünyaya açılalım, pasaportlarımız damga görsün.
Ama kendi dilinden utanan bir küresellik, tam olarak nedir?
Dünya dillerine saygı başka, kendi dilini arka kapıdan çıkarmak başka.
Bir ülke, kendi sözlüğünü rafa kaldırırsa, önce hafızasını kaybeder.
Sonra sırayı özgüveni alır.
Bakın, mevzu nostalji değil.
“Eski güzel günler” romantizmine sığınmıyorum.
Mesele şu, Dil, kültürün taşıyıcısıdır. Taşıyıcı zayıflarsa, yük de düşer.
Apartman isimlerine bakın.
“Elite Something, Royal Something…”
Soru şu. Biz kimiz?
Ve daha önemlisi, Kimi etkilemeye çalışıyoruz?
Bir dilin itibarı, koridorlarda değil, sokak tabelalarında başlar.
Çocuklar yolda yürürken, kendi dillerinin güzel örneklerini görürlerse, o dile güven duyarlar.
Görmezlerse?
“Demek ki şık olan başka dilmiş” diye düşünürler.
İşin ticari tarafı ayrı bir tartışma.
“Yabancı isim satıyor” diyen esnafı anlarım.
Ama şunu da diyebilmeliyiz:
Kalite, isimle değil içerikle gelir.
İyi kahveyi “Coffee” yazmak değil, iyi kavurmak satar.
Peki ne yapacağız?
“Yasaklayalım”cı değilim.
Zorla güzellik olmaz.
Ama teşvik olur.
Özendirme olur.
Belediyeler, mahalle meclisleri, meslek odaları…
Gelin, Türkçe isimlere artı puan modelini konuşalım.
Vergide küçük bir indirim, tabelada estetik rehberi, yarışmalar, ödüller…
Dili korumak, yasak listesi ile değil, cazibe listesi ile oluşturalım.
Bir de şu, Türkçe’yi sadece korumak yetmez, parlatmak gerekir.
Yeni kelimeler üretelim.
Güzel buluşlar yapalım.
Kulağa hoş gelen, modern, incelikli isimler…
Kendi dilimizin imkanları geniş.
Yeter ki arayalım.
Bazen diyorlar ki,
“Türkçe kaba geliyor.”
Kime göre?
Hangi örneğe bakarak?
Dil, onu kullananın elinde şekillenir.
Biz özenli olursak, dilimiz de zarifleşir.
Kültürel meseleler derin sızıntı gibidir.
Bir gün bakarsınız, apartmanın kapısında Türkçe tek bir kelime kalmamış.
Sonra “Ne ara böyle oldu?” diye sorarız.
Cevap, Ağır ağır. Farkında olmadan.
O yüzden bugün, burada, basit bir çağrı yapalım.
Tabelada Türkçe, rafta Türkçe, dilde Türkçe.
Kendimizi dünyaya kapatmadan.
Kimseden eksilmeden.
Ve evet, yerli ve özgün olmak bir slogandan fazlasıdır.
Bu, günlük hayatta verilen küçük kararların toplamıdır.
Kafenize isim koyarken.
Mahalle sitenize isim ararken.
Yeni markanız için logo çizerken.
Şunu deneyin:
Önce Türkçe düşünün.
Olmuyorsa bir kez daha.
Yine olmuyorsa, Türkçe’yi merkeze alıp yabancı kelimeyi yardımcı unsur yapın.
Merkez biz olalım, misafir veya kiracı değil.
Çünkü dil, evimizdir.
Evine sahip çıkamayan, şehirde kaybolur.
Velhasıl…
Bu yazı bir yas ilanı değil.
Bir uyandırma, bir farkındalık.
Kendi gölgemizi büyütelim, başkasının gölgesinde üşümeyelim.




