Hayat Pahalılığının Gölgesinde Yaşayan Türkiye
İçinden geçtiğimiz ekonomik tablo, Türkiye’nin iki farklı fotoğrafa bölünmesine neden oldu. Bir yanda açlık sınırında yaşayan asgari ücretliler, diğer yanda ise mevcut sistemin zenginleştirdiği lüks tüketimlerle günlerini geçiren üst gelir grubundaki insanlar…
Bu iki fotoğraf, iktidarın ekonomi politikalarının özetini gözler önüne seriyor.
Asgari ücretle çalışan milyonlarca vatandaşın gözü, yaklaşan zamlarda. Ancak şimdiye kadar yapılan zam oranları, artan enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında yetersiz kalıyor. Markete girildiğinde, temel gıda maddelerinde bile karşılaşılan fahiş fiyat artışları, vatandaşın cebindeki parayı eritti.
Kira artışları, faturalar ve diğer temel giderler bir yana, kış aylarıyla birlikte ısınma masraflarını karşılamak bile bir lüks haline geldi.
Emekliler ise bu tablonun diğer bir parçası. Yıllarca çalışıp emek vermiş olan insanlar, aldıkları maaşlarıyla ay sonunu getiremez hale geldi. Açıklanan zam oranları ise enflasyon karşısında adeta buharlaşıyor. Bugün bir emekli maaşı, temel gıda ve ilaç masraflarına bile yetmiyor.
Geçtiğimiz seçimlerde, emeklilerden yeterli oy alınmadığı için kaybedildiği dillendirilmişti. Şimdi ne yapılacak?
Yoksa yine seçimlere daha yıllar var deyip, “Bir oran verelim, seçim zamanı yüksek zam yaparız, oyu toplarız” mı diyecekler?
Eğer böyle düşünülüyorsa, büyük bir hata yapılır. Çünkü artık bu millet geçmişte yapılanları unutmaz oldu.
Sosyal medya dediğimiz olgu, her şeyi canlı tutuyor. Vatandaş, kendisine yapılanları unutmuyor ve sandıkta hesap kesiyor. Bu gerçeği artık anlamak gerekiyor.
Zengini daha zengin etmekten vazgeçin. Sizi zirveye taşıyan, bugünlere getiren millete dönün, özünüze dönün. Aç karnını doyuramayan vatandaşı görün. Sizi alkışlayan değil, size güvenen bir millet oluşturun. Çünkü millet, artık her şeyin farkında. Sadece vaatler değil, icraatlar bekliyor.
Diğer tarafta ise özellikle büyük şehirlerde, yüksek gelir grubuna mensup kişilerin gösterişli yaşam tarzları göze çarpıyor. Lüks restoranlarda binlerce lira hesap ödenmesi, milyonluk otomobillerle sokaklarda boy göstermesi, sistemin çelişkilerini daha da belirgin hale getiriyor. Bu durum, gelir dağılımındaki adaletsizliğin en çarpıcı kanıtlarından biri.
Bugün şu soruyu sormak gerekiyor: İktidar, bu fotoğrafları nasıl düzenlemeyi planlıyor? Hayat pahalılığı ve ekonomik zorluklar, sadece zamlarla çözülebilir mi?
Asgari ücretle çalışan, emeklilikte gününü huzurla geçirmek isteyen insanların umutları, bu politikalarla gerçekleşecek mi?
Bu soruların yanıtı, siyasi bir mesele olmakla birlikte; aynı zamanda bir toplumsal dayanışma ve adalet meselesidir.
Ancak, bugün çizilen tablo, umut vermekten uzak bir noktada.
Daha adil ve eşit bir ekonomik sistem kurulmadığı müddetçe, bu çelişkili fotoğraflar Türkiye’nin gerçekliği olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Unutmayalım.!
Ücretleri artırarak geçim sıkıntısını çözmeye çalışmak doğru bir tercih değildir, Ücretler ekonomideki dengeyi bozacak ölçüde artırıldığında, ürün fiyatları da anında yükselir. Dahası, ücretleri sürekli artırmanız mümkün olmadığı için, fiyat artışı her zaman ücret artışının önüne geçer.
Sonuç olarak, dar gelirli kesim daha büyük sıkıntılarla karşılaşır. Ekonominin dengesi bozulur ve sorunlar kronik hale gelir.
Geçim sıkıntısı sorununun tek çözümü, enflasyonu düşürmek ve sürdürülebilir büyümeyi istikrarlı bir şekilde sağlamaktır. Gerisi, popülizm ve demagojiden ibarettir.
Bu gerçekler ışığında, hayat pahalılığıyla mücadelede yalnızca ücret artışlarına bel bağlamak, kalıcı çözümler sunmaz.
Ekonomik politikalarda, gelir adaletinin sağlanması ve yapısal reformların hayata geçirilmesi elzemdir.
Toplumun refahı ancak böyle bir yaklaşımla mümkün hale gelir.