Ben Hiç Anlamam Resim Çizmekten.

Yok böyle bir yeteneğim; ilk kez üzüldüm çizemediğim için.
Ta çocukluğuma dayanır bu halim.
İlköğretim 1’inci sınıfta öğretmenimiz:
“Herkes köprü çizsin bakalım” dedi.
Evirdim çevirdim resim defterimi, olmadı çizemedim.
Gittim öğretmenimin masasına, kimse duymasın bu yeteneksizliğimi diye.
Eğilerek: “Öğretmenim ben bilmiyorum, hiç köprü görmedim ki” deyince güldü.
Gördüm ama beceriksizim diyemedim.
Utandım!
“Dört tane ayak çiz ve üzerine uzunca bir araç yolu çizebilirsin.” deyince, sevinçle sırama geçip oturdum ve çok bilmişlik edasıyla çizmeye başladım.
Dört ayak çizimimden sonra köprücü mühendis olmaya karar vermiştim o an.
Ta ki Murat öğretmenim, çizdiğim resmimi eline alıp kahkahayı bastıktan sonra anladım ki…
Allah ülkemi benden korumuş meğer.
Oysaki köprücü müteahhit olsaydım ne çok büyük ihaleler alır, bu milletin taaa A… koyardım.
Hişşşş!
Çok ayıp!
Bir kadına küfür yakışmaz ki.
Rahmetli dedem derdi ki ne:
“Bir dil Allah’ı ve Peygamberlerini zikrediyorsa, o ağıza ne haram girer, neden küfür çıkar.”
Koymazdım.
Koyamazdım.
Köprü çizmeyi bilmediğimi duymasınlar diye öğretmenimin kulağına söylememin tek sebebi vardı:
Ar ve utanmak.
Genellikle bu, çocuklarda olan bir duygu.
Neyse, dönelim benim dört ayaklı köprüye…
Gemlik’ten Umurbey’e, rahmetli Celal amcaya “Celal Bayar” ziyarete giderken dedemle atın üzerinde geçerdik dereden, bazen de köprüden…
Ama hiç ayaklarına dikkat etmemişim.
Hayali bile güzel…
Çizdiğim köprünün ayaklarını dedeciğimin ayaklarından esinlenerek çizdim.
Bildiğiniz kırk dört numara insan ayağı çizmiştim.
Hiç malzemeden çalmadan.
Beş parmağı da var üstelik.
Köprünün sağ ayağının parmakları eksikti.
Yunan evimizi, ahırlarımızı, zeytinliklerimizi yaktığında…
Neyse… Ayakların üzerine güzelce birkaç tahta, kenarlarında korkulukları var ve korkuluklarda renk renk çiçekler, böcekler, kuşlar…
Etrafında At’lar, Fil’ler, Aslan’lar, Geyik’ler, Kelebekler…
Fazlasıyla geniş çerçeveden bakarak çizmişim hayallerimi.
Peki, ben gerçekten ressam olsaydım neyi çizecektim bugün?
Katledilmiş, ateşten kavrulmuş, rengi kararmış toprak anayı mı?
Küle dönmüş çiçekleri, zeytin ağaçlarını, çam ağaçlarını mı?
Kestel’de genç bir kızın gözyaşlarına karışan, sırtına aldığı canın gözyaşlarını mı?
Peki, kirpiyle tatlı tebessümün sahibi, eli yüzü simsiyah güzel insanı mı?
Karabük ormanlarında ceylanın o gözyaşlarına ne demeli? Su içerken nasıl acı çektiğini mi?
Ya da koca yürekli adamın gözlerinden dökülen yaşları mı?
Alev topuna dönmüş kaplumbağayı mı?
Korkudan sinmiş tavşanı mı?
Şok geçirmiş atı mı?
Sağa sola koşuşturan insanları mı?
Maske yok!
Baret yok!
Eldiven yok!
Yangın söndürme uçakları yetersiz!
Ben hangi birisini bir avuç resim çerçevesine sığdırayım?
Diyelim ki her şeyi çizdim.
Peki ya o kulakları yırtan canların seslerini hangi renkle çizecektim?
Bu tabloya iki renk hâkimdi:
Kurşun grisi gündüz bir de gece karası…
Kırılmış, incinmiş gönül yarasını nasıl çizecektim peki?
Köprünün ayağı gibi mi?
Milletin efendisi olan iki gözü iki çeşme, kan ter içinde, cehennemin sıcağını yüreklerin en derin yerlerinde hisseden çiftçiyi, köylüyü mü?
İtfaiye erlerinin yorgunluktan kıvrıldığı su tankerlerini mi?
Neyi çizeyim hadi söyleyin!
Ben onu bunu bilmem de…
Bursa Gemlik’te, Karabük, Sakarya’da, Kocaeli’nde, İznik’te, Kahramanmaraş’ta…
Ülkemin etrafını saran ateş çemberini duygularımla, gözyaşlarımla çizebilirim sadece.
Boyasız.
Fırçasız.
Kalemsiz.
Çanakkale ruhu ile çizebilirdi ancak…
Hiç kimse unutmamış dedelerinden, ninelerinden, kahraman büyüklerinden,
yüce TÜRK Milletinden bu VATAN’ı nasıl koruyup kurtardıklarını.
Aynı cesaret.
Aynı yürek.
O zaman da düşman her yeri ateşe vermişti.
O zaman düşmanımızı tanıyorduk.
Peki ya şimdi?
Bu ülkeye her kim maddi manevi zarar veriyorsa,
Vatan hainidir.
Bunun resmini yıllar önce Kahraman Türk Milleti, köylüsüyle, çiftçisiyle, Mustafa Kemal Atatürk’üyle tarihe altın harflerle çizmişlerdir.
Her şeyi yıkıp yaksanız da,
biz TÜRK Milleti,
yakıp küle çevirdiğiniz her karış topraklardan, ağaçlardan, canlarımızdan, şehit düşenlerden ilham alıp
tekrar küllerimizden ANKA gibi doğacağız
RAHMAN ve RAHİM Olan Biricik ALLAH’ımızın yardımı ile.
Gemlik sahilinden orman yangınlarını canım acıya acıya izlerken
bir Ayet-i Kerime düştü kalbime:
“ALLAH’ın, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma!
Allah onları cezalandırmayı, korkudan gözleri dışarıya fırlayacağı bir güne erteliyor.”
Bu ayet, mazlumlar için bir umut ve teselli;
zalimler için bir ihtar ve tehdittir.
Zalimler için yaşasın CEHENNEM!
Cennet vatanımı cehenneme çevirenler, yüreğiniz yaktığınız yerden yansın!
Sevgiyle kalın.
Merhamet minberiniz olsun sevgili okurlarım.
M& DEV